1 Aralık 2012 Cumartesi

Monte Kristo Kontu

"Ancak en dayanılmaz acıları çeken ve ölümü dileyen bir insan gerçekten mutlu yaşayabilir. Ancak o sahip olduklarının kıymetinin farkındadır. Bu nedenle sana bu dayanılmaz acıyı yaşatmak zorundaydım" dedi. Uzun zamandır okumaya değer bir kitap bulamayan ben, Dünya klasiklerinden birisinden bu kadar tad alabileceğimi hiç düşünmemiştim. Sürükleyici bir intikam hikayesi, bir deha ürünü ve böylesi bir kitap yazabilen insandan korkmayı gerektirecek zekice hamleler içeriyor.
Bu kadar da olmaz dedirten, kitabın elinize yapışmasına neden olan, dürüst sadık ve başarılı bir gençten bir şeytan yaratan bu öykü soluksuz okunuyor.Bununla da kalmayıp benim klasiklere karşı olan bakış açımı kökünden etkilemiş bulunmakta. Okunası değil okunması gereken bir roman. Zekana sağlık Alexandre Dumas...

25 Kasım 2012 Pazar

Hayat

Alışkanlıklar insanları hapseden görünmez zindanlar gibi. İnsanın elini kolunu bağlayıp, onsuz yaşayamacağını düşünmeni sağlayan zihinsel bir çıkmaz. Alışkanlıklarımızı bizler yaratırız ve yarattığımız bu eserin esiri oluruz zamanla.

Sevgi insanı bağlar, bağlılık ise özgürlükleri kısıtlar. Birinin sorumluluğunu taşımak hoşuna gider insanın, ihtiyaç duyulmak vazgeçilemez bir zevktir. İnsan kendi özgürlüğünün katili olur bu zevk uğruna. Zamanla sevgi de alışkanlığa dönüşür ve anlamını yitirir.

İnançlar insanlara güç verir, hayatta kalmalarını sağlar. Görmediği birşeyin varlığına inanmak, inanabilmek insanoğlunun verdiği en büyük sınavlardan biridir. Çoğunun aklı almaz bu devasa ruhaniliği, kimisi ise görünür kanıtlar arayışında geçirir ömrünü. Sonun nerde olduğu ise meçhuldur, ölüler dile gelmedikçe ölümden sonrası zifiri bir karanlıktan ibaret kalır.

Alışkanlık, sevgi ve inanç insan hayatının 3 temel direğini oluşturur. Her biri de insanın özgürlüğünü kendi isteğiyle yok etmesine mal olmuştur. İnsan her zaman özgür olmak istediğini söyler ama her defasında aynı labirentler arasında kaybeder onu.


26 Haziran 2012 Salı

Adalar

        İstanbul'a 3. gelişim ve her defasında istememe rağmen ilk kez Büyük adaya gitme fırsatı buldum. Ne bulacağımı bilmeden ve hiçbir beklentim olmadan gittim. Adaydı sonuçta ne olabilirdi ki? boğazdan çıkıp marmaranın maviliklerinde ilerlerken martılar eşlik etti bize. Umarsızca üstümüzde süzülüyorlardı ve insanların attıkları ekmekleri yemek için tenezzül bile etmiyorlardı=) denizde balık çok sizin ekmeğinize kalmadık tavrını çok net gördüm=)) 1 saat kadar süren bir deniz yolcluğunun ardından pazar günü olmasının getirdiği devasa kalabalıkla birlikte adaya indik. O öyle bir kalabalıktı ki adım atılacak gibi değildi. Bir an önce kalabalığın içinden sıyrılıp ara sokaklarda sakin bir köşede dondurmalarımıza yumulduk=) Her köşede yapma güllerden yapılmış taçlar satılıyordu. O kadar abartmışlar ki adaya yukardan baksanız gül bahçesi sanırsınız.
       Biraz kendimize geldikten sonra ara sokaklarda kaybolduk. Vurduk kendimizi yokuşlara, amacımız adadaki tepelerden birine çıkıp manzara seyretmek ve tabi ki başarılı olamadık=)  Ama hayatımda gördüğüm en güzel en huzurlu evleri gördüm. Beyaza boyanmış, pembe çiçekelrle süslenmiş, balkonunda yine beyza sandalye ve masaları olan küçük evler. Kocaman bahçesi olan ve emekli insanların özenini simgeleyen bakımlı evler beni benden aldı. Baktığım her bahçede her evde "biz yaşıyormuyuz?" sorusu yankılandı aklımın duvarlarında.
       Yanından geçtiğimiz bir sokakta martılar ve kediler bir arada sıcaktan bezmişliğin işaretlerini sergiliyorlardı. Şimdi o manzarayı düşününce kedinin karnına yatmış martı pozları canlanıyor gözümde, ama tabiki öyle birşey olmamıştı;)
       Adanın etrafını turlayan faytonlar ve atını yavaşlatmaktansa pardon bayan diyerek insanın üzerine süren faytonculara değinmeden edemeyeceğim ve arkalarında bıraktıkları o keskin at pisliği kokusu tüm o güzelliği mahvetmiyor değil ama egzoz kokusundan iyidir diye düşünmekteyim. bir manzara daha var anlam veremedğim, hiç araba olmayan adalarda yollar neden kilit taştan değil de asfalttan yapılmış aceba??? Atlara bir garezinizmi var kardeşim! Bir de şaşırdığım bir başka vaka adada dolaşırken aşırı derecede çok sayıda ninja tabir edilen çarşaflı hatunların olmasıydı. Ada ve çarşaf pek de birbirine uymuyor benim şemamda (yargılamayın).
       Veee güneş batarken adayı tüm bu güzllikleriyle başbaşa bırakarak bulduğumuz ilk vapura binip evin yolunu tuttuk...
Her zamankinin aksine bu kez sakin ve huzurluyum ve kafamda dolaşıp duran düşüncelrim yok. Uzun zamandır komadaymışımda yeni uyanmışım gibi bomboşum. Belkide çemberinde dönüp duran bir hamster gibi ya da camı yok varsayarak ileri doğru sürekli hamle yaptığı halde aynı yerde çırpınıp duran kaplumbağalarım gibi alışmışımdır olduğum yerde saymaya. Kabullenmişimdir bana dayatılan hayatı yaşamayı ve pes etmişimdir tüm hayallerime rağmen umut etmekten.

İlginç bir raslantı!

                  Biriyle tanıştım, yakışıklı, uzun boylu ya da entellektüel değildi. Normal sayılamayacak kadar agresif hatta belki de sinir hastası! Hayatı vurdulu kırdılı filmlerdeki sokak serserilerine benziyordu. Ailesine kızıp hayatını mahvedenlerdendi o! Hayalleri vardı hep yarım kalan, bir yanında buruk hüzünlü bir çocuk taşıyordu. Aşkları olmuştu, vazgeçmedikleri ve bir de vazgeçmek zorunda kaldıkları. Hepsi ayrı upuzun hikayelerdi yaşanmış ve inanıyordu yeni hikayeler yaşanacağına. Onun umudu vardı çaresizliklerinin yanıbaşında.
                  Sahiplenici tavırları benim gibi birini aşırı dozdan öldürecek kadardı. Fırlamalıkta rakip tanımasa da uyurken ki masumluğu bebeklerde bile yoktu onun! Bana birini hatırlıyordu belkide bundandı onunlayken yaşadığım mutluluk. Giden birini, vazgeçen birini hatırlatıyordu bana! Ne görünüşleri benziyordu oysaki ne de yaşam tarzları ama aynıydılar hayata karşı, ilginç bir raslantı!

                 

9 Nisan 2012 Pazartesi

Kimbilir...

Bazen sıkıcı, bazen geveze, bazen çılgın, bazen durgun, bazen hayat dolu bazen solgun olabilirim. İnsanları çok sevebilir, nefret edebilir, ihtiyaç duyabilir, özleyebilir, uzak durmak isteyebilirim. Kimi zaman dalgın kimi zaman yorgun olabilir, hiç uyumadan 3 gün boyunca zinde kalabilirim. Bir çocuk kadar masum ve bazen şımarık olabilir, bir anne kadar korumacı  ya da bir baba kadar kuralcı da olabilirim. Zaman zaman kıskançlık duyabilir, zaman zaman öfkelenip kinlenebilirim. Arada sırada çok sevebilir, nadir olarak aşık da olabilirim. İşin komik tarafı tüm bu duyguları yansıtabileceğim insanlara sahipken kendimi yalnız hissedebilmem ve yalnızlıktan hoşlanmazken insanların beni yalnız bırakmalarını isteyebilmem.
Hayat bazen hep verir, bazen hep alır ama her zaman verdiğinden daha fazlasını alır. Bu yüzden insanlar sevgiden çok öfkeyi hissedderler, neşeden çok hüzünü. Yaratılışlarında vardır bu! İnsan hep üstün olmak ister, herşeyi kontrol etmek! Ama Tanrı haddini bildirir ve her zaman her istediğini alamayacağını öğretir insana. Hayat garip tesadüflerle doludur der bir yazar. Aslında hayat en ince ayrıntısına kadar planlanmış bir oyundur. Yanlış bir hamle mat olmanıza neden olur.
Bugün çok şey yazasım var! Türkiyedeki eğitim sisteminden, Seyhan nehrinin kıyısına kadar geniş bir yelpaze açıldı kafamda, ingilizce de yazasım var, o kadar dolu ki kafam 3-5 kelimelik lehçemi bile kullanabilirim=) Dinlediğim yeni bir müzik grubu var mesela, sentenced grubu cross my heart and hope to die şarkısı, bu şarkıyı dinleyince aklıma gelen "böyle aşk var mı?" sorusu ve deneyimlerden faydalanarak verilen cevaplar var kafamda. Baharın gelmesiyle açan rengarenk çiçekler, mis kokulu taze kekik, sardunya ve yaseminler etrafı süslerken, içime dolan enerji ve neşe bir tarafta hayata meydan okurken, her ağacın altında bir çift görmenin kıskançlığı da var. Yükselen baraj suları ve o suların süslediği dilberler sekisi var gözlerimin önünde. Bir yandan da okulda karşılaştığım çocukların bilgisizlikleri meşgul ediyor beyin hücrelerimi." astronomi ne demek?" diyen sınıf öğretmenleri ve "astronomiyi çok gereksiz buluyorum" diyen fizik öğrencilerini görmek içimi sızlatırken, onların değil sistemin hatası diyerek avutuyorum kendimi. Dünyanın sonu geldiğinde göreceğim ben sizi=)
Astronomi demişken uzaktan yakından bir alakam yok profesyonel açıdan. Sadece takılıyorum;)
Öyle hemen gözlerinizi pörtletmeyin, BOŞ bir insan değilim ben. 3 üniversite diplomam var ve yüksek lisans yapıyorum. Hayatım sadece çalışmaktan ibaret gibi görünse de öylede değil aslında. Eğlenmeyi de bilirim. Lafı açılmışken nisan sonu en güzel zaman derler, balooning yapmak için, türkçe karşılığını nasıl kullanacağımı bilememek çok acı! Bildiğim kadarıyla en uygun yer belki de tek yer (çok fazla araştırmadım) kapadokya bu iş için. Gidip balonla yükselik kapadokyayı kuş bakışı seyretmek çok eğlenceli olacak, özellikle bunun için aylardır para biriktirdiğimi düşünürsek kesinlikle çok eğleneceğim. Bir de paraşütle atlamak istiyorum bir yerlerden. Yahu şu ingilizce ne güzel bişe -ing ekliyorsun sonuna oldu bitti, Parachuting mesela.
dobrze wieczór...

5 Nisan 2012 Perşembe

Çok yanıldım!

Bugün mutsuzdum, son günlerde hep olduğum gibi! Gülerken birden durup uzakta bir yere dalarken gözlerim, kaynağı belirsiz bir mutsuzluğun kucağına koşuyorum sanki. Pişmanlık mı bu yorgunluk mu bilmiyorum. Belki de gözlerimin için bakıp seni seviyorum diyecek biri olmalıydı yanımda, yıllar önce olduğu gibi ellerimi tutup "kimse yoksa da ben varım" diyecek biri. Belki de sadece uzaklaşmam gerekiyor hayatımdan.
Bugünün geleceğini biliyordum önceden, diğer pek çok şeyi bildiğim gibi. Bir gün kendime yetemeyeceğimi, kendimi mutlu edemeyeceğimi biliyordum. Aslında sadece ben değildim bunu bilen, hatıra defterime karalanmış, eski bir dostun satırlarıda söylüyordu bunu bana. Bir gün polyanacılık oynamayı bırakıp hayatın gerçekleriyle yüzleşmem gerekecekti ve ben buna o kadar hazırlıksız yakalanacaktım ki, fırtınada savrulan küçük bir sandaldan farksız olacaktım ve oldu. Kafamı çevirdiğim her köşede huzursuzluk varken gözümü kulağımı kapatıp huzurluyum demeye çalıştım ama olmadı.Çevremdeki mutsuz yüzlere bakıp, mutlu olmayı umdum ama başaramadım. Ben içimdeki çocuğu büyütmeye çalışırken öldürdüm.
O kadar kolaydı ki aslında rol yapmak, rollerimdeki kişilikler arasında kayboldum. Şimdi ise bir şizofrenin büyüsünde gel gitler içinde geçiyor günlerim. Sevinçlerin anlık, hüzünlerim karanlık oluyor. En dipsiz kuyulardaymış gibi umutsuz, herşeyini kaybetmiş kadar mutsuzum.
Beni kollarımdan tutup kendine gel diyecek birine ihtiyacım var. Evet kabul ediyorum ihtiyacım var! Evet kabul ediyorum kendime yeteceğimi düşünmekle çok büyük aptallık ettim! Evet kabul ediyorum yanıldığımı, yeter ki çık artık ortaya!

4 Nisan 2012 Çarşamba

Göz Yaşları

Küçük kız ağlıyordu yine içinden. Herşey bu kadar güzelken ve gülümsemek dururken bu gözyaşları neden diye sordu kendine. Gerçekten sevdiği, uğruna herşeyi yapabileceği kimsesi yoktu. Bir muhabbet kuşu vardı eskiden, Masmavi tüyleri ve boncuk gözleriyle yüzünü güldüren, ağladığında göz yaşlarını içen=) Kaybetmişti onu, çok canını yakmıştı 13 yıl sonra onu toprağın kucağına vermek. Sonra bir dostunu kaybetmişti, aslında hala hayatında olan ama yolların ayırdığı bir dostu.Onunla konuşmayı özlemişti, upuzun yollar boyunca yürürken, bazen soğuktan titrerken yaptığı konuşmaları. Göl kenarında yağmurun altında salep içmeyi özlemişti onunla. Belkide tek özlediği gerçekten seven bir dosttu yanında.
Tüm bu kayıpları düşünüp ağlıyordu işte. İçinde bulunduğu kalabalıktan çok uzaktaydı sanki, yalnızdı kalbi. Gerçeklikle arasında bir perde var gibiydi. Gözleri mahzun dalarken uzaklara. Belki güzel bir hatıra vardı baktığı yerde, belki bir kalp kırıklığı, belki o kırmıştı o kalbi istemeden, bilmiyordu. Her şey çok karışıktı. Yaptığı tercihler hayatını yönlendirirken hep aceba diyordu. Herhangi bir yerden okuduğu basit bir cümle geldi aklına. Yaptığımız seçimler, seçmediğimiz şeylerin pişmanlığını yükler omuzlarımıza. Basit bir cümleydi bu, ama doğruydu. tercihler yaptıkça hayata dair hep seçmediği tarafı seçse ne olacağını düşünüyordu. Mutlu olmak bu kadar zor olmamalıydı ama nedne başaramıyprdu. Neden en mutlu anlarını bile gölgeleyen bir duygu vardı içinde, cevabı bilmiyordu ve bu bilmemekten nefret ediyordu.
Gözlerini kapatıp, göz yaşlarını sildi usulca. Her şey güzel olacaktı, olmalıydı! Uykuya dalarken yarının umut getirmesini diledi ve bir günü daha bitirmiş olmanın yorgunluguyla sabah uyandığında hatırlayamacağı maceralara doğru yola koyuldu!

31 Mart 2012 Cumartesi

Foltin

Yeni bir müzik grubu keşfettim "Foltin" adında. 1997 yılında piyasa çıkmış makedonyalı bir müzik grubu. Yaptıkları müzikse insanın içini kıpır kıpır ediyor dinlerken yerinde duramıyor insan! İyi dinlemeler;)
http://www.youtube.com/watch?v=BNKMV2tGwNk

28 Mart 2012 Çarşamba

Her Durakta AŞk


       Her Durakta aşk diyordu Meave Binchy, metro istasyonları arasında geçen hayatlarda gördüğü yüzlerden esinlenerek yazdığı kısa öykülere. Bir kafeteryanın cam kenarına oturup dışarıdan geçen insanlari izlemek ya da bir otobüs yolculuğunda karşınızda oturup parmağındaki yüzükle oynayan kızın hikayesini düşünmek! Her hayat bir öykü aslında. tam olarak nerede başladığı ve nasıl biteceği kestirilemeyen. Bu kitabı okurken nedendir bilemem bir şimşek çaktı kafamda! Her insanın aslında çok kişilikli olduğunu ama bu kişilikleri farklı insanlara sunduklarını düşündüm. Kitabın içeriğiyle ilgili değildi aslında bu sadece suya bakarken birden bulduğunuz o mucizevi cevaplar gibi birşeydi.
      Ben anneme göre onun küçük savunmasız kızıydım, ona ihtiyaç duyan kendi hakkını savunamayan kızı, ablama göre içime kapanıktım, tembeldim, ama bir arkadaşım karşıma dikilip sen çalışma bağımlısısın diyebilirdi, bir başkası çok eğlenceli olduğumu, bir diğeri bir anne edasıyla insanları koruduğumu öne sürebilirdi. Bunların hiçbiri yalan olmazdı, çünkü ben duruma göre hareket ederdim.
      Bahsettiğim durum yalnızca benim için mi geçerliydi! Hiç sanmıyorum. Sizde farketmişsinizdir aslında siz birisinden öfkeyle bahsederken karşınzda sıkıntılı bir şekilde bahsettiğiniz kişinin aslında hiç de öyle biri olmadığını söyleyen birileri mutlaka olmuştur. Birine göre çok soğuk ve içine kapalı olan birini tanıdığınızda o kişinin sıcacık gülüşünü ve hoş sohbetini hayretle izlemişsinizdir belki de!İşte tam da bu nedenle çok merak ediyorum beni tanıyan insanların kaç farklı BENi ortaya koyabileceklerini!

29 Şubat 2012 Çarşamba

yüzüme vuran rüzgarın serinliğinde yürüyordum alev denizinin kıyısında. Kan kırmızısı dalgalar okşarken sahili geçmişten bir sahne canlandı gözümde, geçmiş aslında geçmemişti!

Yorgunum...

Uzun zamandır içimde birikti duygularım, şimdi kağıdıma taşanlara bakıyorum, mutsuzum. Hep eksik bir şeyler oldu. karnım toktu, ailem yanımdaydı, istediğim bölümde okuyor, sevdiğim insanlarla yaşıyordum. Hep daha fazlası olsun istedim, hep istedim. okul bitti öğretmen olabilirdim, ama herkes öğretmen oluyordu ben farklı bir şey olmalıydım, herkes kpss çalışıyordu ben çalışmamalıydım. okul öncesi sertivikası mı alalım, kişisel gelişim mi gidelim, porje mi varmış, katılalım, yüksek lisans mı neden olmasın! akadaşlarım vardı, önce tek tük sonra daha da fazlası. Gezmek mi istiyordun hadi kalk ne duruyorsun. Zorladıkça zorladım, bazen bundan keyif de aldım. Promosyonlarda çalıştım, alakasız iş görüşmelerine gittim, ücretli öğretmenlik yaptım, çocuklara dadılık yaptım, bankacı olmayı düşündüm, kasiyerliğe başvurdum aklıma ne gelirse o anda yaptım, çoğu zaman keyif de aldım bunları yaparken, her biri bir heyecandı, yaşandı.
Peki şimdi ne oldu? Neden bu kız mutsuz oldu? Çünkü yoruldu. İnsanların gülen yüzlerinin altındaki sahtekarlıklardan, iyi niyetinin hep kullanılmasından hep arayıp aranmamaktan çok yoruldu! Şimdi günde en az 15 ileti yazdığı facebook hesabını kapatıp, alerjisi olduğu halde yemeden duramadığı çikolatasına sırtını dönüp, elinden düşmeyen telefonunu şarj etmez oldu! O çok sevdiklerini söyleyen arkadaşlarını aramaz oldu. Çünkü hepsi boştu!
Şimdi bakıyor etrafına ve anlamsızlığı anlamaya çalışıyor. Zamanla bu da geçer diyor ama içindeki sevgi gittikçe yok oluyor öfkesi büyüyor sürekli. Oysaki çok mutluydu o! Herşeyi yaşamak için biraz zaman ayrılabilir diyordu. Ödevler bekleyebilir, arkadaşlar affedilebilirdi. Doğum günü unutulurdu belki ya da çok istediği tatile gidilmeyebilirdi. Belki sevgilisi yoktu ama yağmur altında gecenin bir yarısı yanında yürüyecek bir dostu vardı, o da gitmişti gerçi uzaklara yıllar önce. Şİmdi arasa gelecek kimsesi yoktu. Ağlayarak geçirdiği gecelerde içime doğdu diyerek arayacak ve yüzünü güldürecek kimse kalmamıştı. telefonu yalnızca reklam iin gelen mesajlarla parlıyordu. Arada bir bir "arkadaştan" mesaj gelebilirdi ama içeriği yalnızca sitemlerle dolu oluyordu. Neden aramadın? Dünya üzerinde sorulabilecek en komik soruydu bu ve cevabı sorunun ta kendisiydi aslında.
Ailesi bir aradaydı belki ama hepsi birbirinden uçurumlarla ayrılmış tepelerde duruyorlardı sanki.Aile denilen şey bu olmamalıydı ve eğer buysa o bir aile kurmamalıydı.tüm bunları bir kenara bıraktı, tek amacı işini yapmaktı! Ama ondanda zevk alamaz olduğunda dünya çekilmez bir hal aldı! Çok nadir içki içerdi, sigara kullanmıyordu, tek bağımlılığı olan çikolataya veda etmiş, kandini arkadaş sanan tüm o yabancılarla arasına duvarlar örmüştü. Kalbinde kocaman bir öfke ve o öfkenin altında iki göz iki çeşme ağlayan küçük bir kız çocuğuyla kala kalmıştı.Ne yapacağını bilmiyordu artık ve hayata dair tüm umudu uçup gitmişti...