26 Haziran 2012 Salı

Adalar

        İstanbul'a 3. gelişim ve her defasında istememe rağmen ilk kez Büyük adaya gitme fırsatı buldum. Ne bulacağımı bilmeden ve hiçbir beklentim olmadan gittim. Adaydı sonuçta ne olabilirdi ki? boğazdan çıkıp marmaranın maviliklerinde ilerlerken martılar eşlik etti bize. Umarsızca üstümüzde süzülüyorlardı ve insanların attıkları ekmekleri yemek için tenezzül bile etmiyorlardı=) denizde balık çok sizin ekmeğinize kalmadık tavrını çok net gördüm=)) 1 saat kadar süren bir deniz yolcluğunun ardından pazar günü olmasının getirdiği devasa kalabalıkla birlikte adaya indik. O öyle bir kalabalıktı ki adım atılacak gibi değildi. Bir an önce kalabalığın içinden sıyrılıp ara sokaklarda sakin bir köşede dondurmalarımıza yumulduk=) Her köşede yapma güllerden yapılmış taçlar satılıyordu. O kadar abartmışlar ki adaya yukardan baksanız gül bahçesi sanırsınız.
       Biraz kendimize geldikten sonra ara sokaklarda kaybolduk. Vurduk kendimizi yokuşlara, amacımız adadaki tepelerden birine çıkıp manzara seyretmek ve tabi ki başarılı olamadık=)  Ama hayatımda gördüğüm en güzel en huzurlu evleri gördüm. Beyaza boyanmış, pembe çiçekelrle süslenmiş, balkonunda yine beyza sandalye ve masaları olan küçük evler. Kocaman bahçesi olan ve emekli insanların özenini simgeleyen bakımlı evler beni benden aldı. Baktığım her bahçede her evde "biz yaşıyormuyuz?" sorusu yankılandı aklımın duvarlarında.
       Yanından geçtiğimiz bir sokakta martılar ve kediler bir arada sıcaktan bezmişliğin işaretlerini sergiliyorlardı. Şimdi o manzarayı düşününce kedinin karnına yatmış martı pozları canlanıyor gözümde, ama tabiki öyle birşey olmamıştı;)
       Adanın etrafını turlayan faytonlar ve atını yavaşlatmaktansa pardon bayan diyerek insanın üzerine süren faytonculara değinmeden edemeyeceğim ve arkalarında bıraktıkları o keskin at pisliği kokusu tüm o güzelliği mahvetmiyor değil ama egzoz kokusundan iyidir diye düşünmekteyim. bir manzara daha var anlam veremedğim, hiç araba olmayan adalarda yollar neden kilit taştan değil de asfalttan yapılmış aceba??? Atlara bir garezinizmi var kardeşim! Bir de şaşırdığım bir başka vaka adada dolaşırken aşırı derecede çok sayıda ninja tabir edilen çarşaflı hatunların olmasıydı. Ada ve çarşaf pek de birbirine uymuyor benim şemamda (yargılamayın).
       Veee güneş batarken adayı tüm bu güzllikleriyle başbaşa bırakarak bulduğumuz ilk vapura binip evin yolunu tuttuk...
Her zamankinin aksine bu kez sakin ve huzurluyum ve kafamda dolaşıp duran düşüncelrim yok. Uzun zamandır komadaymışımda yeni uyanmışım gibi bomboşum. Belkide çemberinde dönüp duran bir hamster gibi ya da camı yok varsayarak ileri doğru sürekli hamle yaptığı halde aynı yerde çırpınıp duran kaplumbağalarım gibi alışmışımdır olduğum yerde saymaya. Kabullenmişimdir bana dayatılan hayatı yaşamayı ve pes etmişimdir tüm hayallerime rağmen umut etmekten.

İlginç bir raslantı!

                  Biriyle tanıştım, yakışıklı, uzun boylu ya da entellektüel değildi. Normal sayılamayacak kadar agresif hatta belki de sinir hastası! Hayatı vurdulu kırdılı filmlerdeki sokak serserilerine benziyordu. Ailesine kızıp hayatını mahvedenlerdendi o! Hayalleri vardı hep yarım kalan, bir yanında buruk hüzünlü bir çocuk taşıyordu. Aşkları olmuştu, vazgeçmedikleri ve bir de vazgeçmek zorunda kaldıkları. Hepsi ayrı upuzun hikayelerdi yaşanmış ve inanıyordu yeni hikayeler yaşanacağına. Onun umudu vardı çaresizliklerinin yanıbaşında.
                  Sahiplenici tavırları benim gibi birini aşırı dozdan öldürecek kadardı. Fırlamalıkta rakip tanımasa da uyurken ki masumluğu bebeklerde bile yoktu onun! Bana birini hatırlıyordu belkide bundandı onunlayken yaşadığım mutluluk. Giden birini, vazgeçen birini hatırlatıyordu bana! Ne görünüşleri benziyordu oysaki ne de yaşam tarzları ama aynıydılar hayata karşı, ilginç bir raslantı!