6 Temmuz 2016 Çarşamba

Uykusuz bir gecenin koynunda yine düşlerim. Beynimin örümcekleri ağlarını örüyorlar anılarımın arasında. Tozlu raflardan alınmış eski bir kitabı okumak gibi, seni düşünüyorum. Düşünüyorum da hayatımın en büyük hatası senmişsin gibi. Bile bile lades demişim, olmicak duaya amin demişim gibi. Sanki niyet tavşanının falından çıkmışsın da ben seni fütursuzca ciddiye almışım gibi.
İnan bana neden aklıma geldiğini bilmiyorum. Son 13 ayda hiç düşünmemişken neden şimdi sürekli nöronlarım etkileşip hafıza katmanları arasında seni bulup defalarca ısıtılmış ve artık tadı bozulmuş bir yemek gibi önüme koyuyor bilmiyorum.
Uykumu kaçırıyor, sinirimi bozuyor ve çorba kasesine düşmüş sinek gibi midemi bulandırıyorsun ve lanet olsun bundan haberin bile yok.
Siktir git aklımdan, hayatımdan gittiğin gibi. Pılını pırtını topla git anılarımdan. Cehennemin dibine git

29 Haziran 2016 Çarşamba

İyiki mi Doğdum?
Bir kaç gün sonra 30 yaşıma giriyorum. Normal de insanlar işe girdim artık aile kurmalı çocuk yapmalıyım ev araba almalıyım gibi hayaller kuruyorlar. Ama ben etrafıma bakıyorum, sevgi, saygı, hoşgörü, yardımlaşma, paylaşma gibi kavramları görmüyorum. Öfke, şiddet, nefret, diktatörlük, dayatmalar, acımasızlık, tecavüz, taciz, hırsızlık, darp, dolandırıcılık, ölüm ve kan görüyorum. Bugün ülkemin heryerinde bombalar patlıyor, hergün şehit haberleri geliyor, her köşe başında 1 değil artık 3 dilenci bekliyor, çocuklar sokaklarda yalın ayak peçete satıyor, çocuklara, bebeklere tecavüz ediliyor, hayvanlar işkenceyle öldürülüyor, ormanlar yakılıyor, hava git gide ısınıyor.
Düşünüyorum, düşünmekten korkuyorum, düşünüyorum, konuşmaktan korkuyorum, düşünüyorum da gelecekten korkuyorum.
Şehit cenazelerinde soruyorlar hakkınızı helal ediyormusunuz diye, soruyorum onlar bize helal eder mi? Ne uğruna veriyorlar canlarını, ne uğruna çocukları öksüz eşleri dul kalıyor. Peki ya onlardan bize emanet kalanlara biz ne kadar sahip çıkıyoruz, ya da sahip çıkıyormuyuz? Evden çıkarken ailemizle helalleşmeliyiz dedi kardeşim. Bugün bombalar patlıyor yarın füzeler yağacak tepemize sonrası geçmişin aynası, sonrası osmanlının çöküşü, ama bu defa bir kurtuluş savaşı çıkaramaz bu millet. Bi torba makarnaya sattı toprağını, bir torba kömüre verdi vatanını. Düşmanı uzakta arama düşmam içinde, yanıbaşında, aynı havayı soluyorsun, aynı masada yemek yiyorsun belkide.
NEYSE!!!
Dünya kupası pek afilli, evlendirme programları pek neşeli, canlıların nesli tükeniyormuş siktiret dünyada canlı çok, aman yerküre fazla ısınıyormuş ver klimayı, BOMBALARI ÇOK CİDDİYE ALMAMAK LAZIM mı demişti o. Bu hayatı fazla ciddiye almamak lazım, bugün varsın yarın BOMsun sonuçta.

30 Ekim 2015 Cuma

Hayat...

İnsanlar var oluşlarından beri bir arayış içindeler, bu arayış insanoğlunun kendinden daha güçlü gördüğü şeylere tapınmasıyla başlayıp, yemek veren toprağa, günü doğuran güneşe, geceyi ışıtan aya kadar uzanıyor. Neden yaşıyoruz sorusuyla başlıyor herşey, dinlerle ve bu dinleri benimsemyen ama tam da vazgeçemeyen bir dindizlikle devam ediyor. Günlük klişelerin yanı sıra insanlar hep bunu sorguluyor. Neden yaşıyorum?
Kimisi bu sorunun cevabını dinde ararken kimisi aldığı cevaplardaki tatminsizliği uzay araştırmalarıyla sürdürüyor. Size bir şey söyleyeyim; insanlar uzayda su falan aramıyor. Dünyadaa herhangi bir felaket olursa kaçarız hayatım ya diye bir muhabbet ancak tv başındaki insanlardan geliyor. İnsanlar bunca yıldır bulamadıkları cevabı arıyorlar. Neden yaratıldık ve yaratıcımız kim. Ta ki kutsal kitaplar önümüze koyulana kadar geçen binlerce yılda dinler neredeydi desem duyacağım söz net yüzlerce peygamber gelmişti zaten. 4 büyük kitaba baktığındaysa işler biraz değişiyor. 3ünün zaman içinde değişime uğradığı ancak Kur'an'ın değişmeden günümüze geldiği söyleniyor. Ama ne uğruna. Bir ayeti hatırlıyorum kelimesi kelimesine olmasa da, siz anlayın diye bu kitabı sizin dilinizde gönderiyorum diyordu. Peki bu dili okuyarak anlayabilen kaç kişi var şu an dünyada. Kur'an'ın türkçe tercümesi yoktur, meali vardır yalnızca. Meal ise tercüme değil anlamına en yakın şekilde yazılmış halidir. Peki durum böyle olduğunda her meal yazan kişinin kendi yorumunu katmasına olanak sağlanmış olmuyormu? Peki sen arapça okumayı öprenip ki bu dil tam olarak arapça da değil, okuduğun zaman ne anlıyorsun?  Peki anlamını bilmediğin bir dilde okuduğun bu rehber sana ne katıyor. Evet ben de öğrendim okumayı ama bana bir yararı olmuyor! Okuduğun şeyin anlamını  bilmiyorsan en güzel sen okusan ne yazar.

Bu mantıksız çemberin dışına çıkabilirsem bir gün ve gerçeği irdeleyebilirsem insan aklımla sizinle de paylaşırım.
O zaman kadar kendi çizdiğiniz paradoksun içinde hepinize bol şans.

27 Şubat 2015 Cuma

Özledim Seni...

Kötüyüm. kimse bilmiyor içimden geçenleri
beni bir sen anlarsın biliyorum
gözlerim yalandan gülmeyi öğrendi, ben ölüyorum
hayatın doğu yakasında bile ayakta duramıyorum ben
güneş üstüme doğarken bile gölgede kalıyorum
yorgunum
şeffaf bir balık olmak isterdin sen dışından içi görünen
herkesi senin gibi sanıyorum
ne yapsam olmuyor
tükeniyorum yavaş yavaş
yolumu kaybettim ben,
karanlık kaldırımlarda kaldı ruhum
ne sevmeyi becerebldim senden sonra ne sevilmeyi
yalan bir hayatın baş rolünde oynuyorum sanki
sarhoş bir senaristin parmağının ucunda kararlarım
son yazısının çıkmasını bekliyorum ekranda

23 Eylül 2014 Salı

         

                                                          BİTTİ EN GÜZEL HİKAYEM!


            İlk değildi bu, son da olmayacaktı. Sevmekten vazgeçemeyecektim, uslanmayacaktım asla. Her sevmenin bir sonu olduğunu öğrenmiştim. Kimsenin ebedi kalmayacağını kabullendiğim gibi kabullendim her şeyi. Gülen her yüzü dost sandım, gidenlerin arkasından hep ıslak gözlerle baktım.
             Seni de biliyordum, biteceğini taa en başından görüyordum. Meleklerim fısıldamıştı kulağıma, yürümeyecek demişlerdi. Ama merak bu ya! Ben seni bu kadar severken, sen sevilmeye bu kadar muhtaçken, nasıl biteceğini görmek istedim. Oynadığım kumar büyüktü, kaybım da büyük olacaktı tabiki.
              'Senin için senden vazgeçebilirim. ' demiştim. Hiç ciddiye almamıştın beni, gülmüştün bir de üstüne. Kendim için vazgeçtim senden, tüm gelgitlerinden. Yapamayacağım şey yoktu seninle olmak için, yaptım da herşeyi. Ama yetmedi, zaten hiç bir zaman yetmeyecekti.
              ' Sevemiyorum' demiştin ya hani, 'Birşey hissedemiyorum.', birşey hissedemeyen biri için fazla duygusal ruh halin. Senden uzak kaldığım kadar değerliyim. Gözünün içine bakarken, başımı omuzuna yaslarken, ayağına batan bir çakıl taşı gibiyim.
             Güzeldi güne beraber başlayıp, güneşi birlikte batırmak. Sen balık tutarken sessizce oturup seni izlemek güzeldi. Her akşam aynı sofrada yemek yemek, beraber oturup maç izlemek güzeldi. En çok da sarılmanı seviyordum, ben uyurken sımsıkı sarılmanı. Uyumadan önce aldığım iyi geceler öpücüğü en büyük hazinemdi. Dostlarımız vardı oturup muhabbet edebildiğimiz, kahvemizi yudumlarken birbirimize laf çarpmalarımız. Sen ne dersen de güzeldi ve ne yaparsan yap geri gelmeyecek bunların hiçbiri.
            'Emin misin?' diye sormuştum sana defalarca, sen bana kurallarını yağdırırken. 'Beni istediğinden emin misin?','Emin olmadığım tek şey sensin demiştin?' Şimdi anlıyorum ne demek istediğini. Ailenle konuştuğunda, bana düğünden vs bahsettiğinde medcezirin bittiğini sanmıştım, ama yanılmışım. 2 gün sürdü sadece birşey hissetmiyorumlara geri dönüşün. Şimdi bütün sevgisizliğinle, bütün hissizliğinle, sevemiyorum deyişlerinle başbaşasın. Artık ben yokum hayatında. Evindeki hayaletim de kaybolur zamanla. Belki bir gün aynı masaya otururum seninle dostların ısrarıyla, ama bilmelisin ki ordaki ben değilim aslında!

22 Temmuz 2014 Salı

                                                        YENİ NESIL SEVMELER  
         "Sen" dedi, yutkundu, "ben"dedi, gözlerini kaçırdı. "Biz olamadık" dedim. Sevmeyi beceremedik, sahip çıkamadık, alışkanlıklara boyun eğdik, kalıplara sokmaya çalıştık, ilgi bekledik ama ilgilenmedik. Ne BEN senin istediğin gibi olabildim, ne de SEN bana ayak uydurabildin. Kafamızda yarattığımız o mükemmel insanı gerçek hayatta bulamadık.
          21.yüzyılın en yaygın en ölümcül hastalığı bu. Ne AİDS ne kuş gribi değil insanları tehdit eden. Sinsice içimize işlemiş olan yalnızlık. Sevemiyoruz biz, olduğu gibi kabul edemiyoruz. O kadar kırılmışızki, tahammül edemiyoruz, güvenemiyoruz. Tedavisi de yok üstelik. Gün geçtikçe kanıksıyoruz. Çocukluğumuzu süsleyen peri masallarındaki o beyaz atlı prenslerimizin, o güzeller güzeli saf, masum prenseslerin bizim için var olmadıklarına inanmaya başlıyoruz. Belki de bizim ruh eşimiz, hayat arkadaşımız çoktan başkasının kollarında yerini almıştır diyoruz.
          Bizler teknolojinin kurbanlarıyız. Bizler duyguları unutmuş, huzuru parada arayan, maddeci ruhlarız. Arada hala umudunu kaybetmeyip sevgi arayanlar yok değil, ne var ki kırgınlıklarımız o insanları görmemizi engelliyor. O kadar kin doluyuz ki taşmaya meğilliyiz.
          Ne güzel demiş Nejat işler;  "beni kazanmaktan çok kaybetmeye meğilli bir insanın hayatında kalarak daha fazla rahatsızlık verememeliydim, ben de gittim!" . Eskiden kavga eden sevgililer bir kaç gün sonra barışırlardı, birbirlerini arar gönüllerini alırlardı. Şimdi sudan sebeplerle insanlar evliliklerini bitiriyorlar. Gün geçtikçe tahammülsüzleşiyoruz. Değerlerimizi kaybediyor, değer vermeyi unutuyoruz...

14 Mayıs 2013 Salı

Hep aynı replik!

                 "Hayat acımasız soğuk ve zalim." son zamanlarda dilimden düşmeyen repliğim. Güzel şeyler olmuyor değil, mutluluklar, heyecanlar, sürprizler yaşanmıyor değil.  Ama yine de hayat acımasız bu gerçek hiç değişmiyor. Zaman geliyor ağzına bir parmak bal çalıyor. Sen mutluluktan havalarda uçarken muzur bir çocuğun attığı taş geliyor kanatlarına yapışıyorsun yere. İşin yoksa kanatların düzelsin diye bekle. Tabi o arada bir kedi gelip de seni yemezse...
                   Günler gelip geçerken üzerimden, sevdiklerim hep uzakta, sevdiklerim hep ilgisiz, soğuk! Bazen üşüyorum özlemlerimle, bazen içim titriyor sevgisizlikten. Bazen hayat o kadar ıssız kalıyor ki sokak lambalarının ışıkları bile aydınlatamıyor karanlığımı.
                Uzun zamandır sevemedim kimseyi, ya ben istemedim sevmeyi, ya da onlar izin vermediler. O kocaman kalpli küçük kız öldü içimde, öldüğünde kimse yoktu yanında, yalnız öldü, kimsesiz. Oysa gülerdi gözleri, gözlerine baktığında için ısınırdı, sevgisiyle sarardı seni. Yazık oldu..
               Hayat zalim! Düşünmüyor ki , bu olacakları kaldırabilecek misin, bu kadar güçlü müsün diye. Umurunda değilsin ki sen onun. Bazen öfkeleniyor, öfkesiyle savuruyor seni olur olmaz yerlere. Bir bakıyorsun olmazların içinde kalmışsın bir başına. Ne bir iz ne bir yol bırakmıyor sana. Acımıyor, acıtıyor umarsızca.
              Hayat sendin aslında, acımasız, soğuk ve zalim. Gittin kalbimi kanata kanata. Bense  sana benziyorum zamanla. Acımasız soğuk ve zalim, hayat gibi, sen gibi...